Kişisel Not
Roman ve hikaye okumalarına liseden beri pek odaklanmamıştım. Kitaplardan hep bilgi almaya çalışıyor, duygulara ve hikayelere pek odaklanmıyordum. Bu sanırım son 10 senemin en büyük hatalarından biri oldu. Simyacı’yı keşke üniversiteye giden bir Furkan okusaydı acaba duygusal okuryazarlığı gelişir miydi? Ama keşkelerle iş yürümüyor belki de bir şeylere hazır olduğunda karşına çıkıyorlar.
Gelelim kitaba, Simyacı. Öncelikle kitabın geçtiği coğrafya hoşuma gitti belki kültürel aşinalıktan dolayı daha kolay bağ kurmamı sağladı. İspanya’dan Mısır Piramitlerine bir yolculuk. Hikayedeki olay kurgusundan ziyade verilen mesajlar beni etkiledi. Bazılarını göze çarpan bölümler kısmında paylaştım. Kitap bana insana dair, yaşama dair, sevgiye dair, yüreğe dair bazı şeyleri hatırlattı. Hepimizin unuttuğu o önemli şeyler. İnsan ve hayalleri arasındaki korkular ve endişeler. Hayatın hengamesinde insanın hayallerini ve amacını unutması ve yüreğinin de artık acı çekmemek adına onu terk etmesi. Hayatta bize çizilenin ötesinde keşfedilebilecek çok heyecan verici yollar var ama bu keşif için adım atmak ne kadar da korkutucu gözüküyor olmalı ki yapabilen çok az kişi var. Adeta uçurumun ardından gelen bir cam köprü gibi, bir adım atacak olsan seni taşır ama sen yere bakıp yüksekliği gördükçe o adımı atamazsın. Önce göğe sonra yola bakman gerekir.
Göze Çarpan Bölümler
“…Her zaman aynı insanları görürsek onları yaşamımızın bir parçası saymaya başlarız. Yaşamımızın bir parçası saydıkça da onlar bizim yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü, efendim, herkes bizim nasıl yaşamımız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır.” - Sayfa 32
“Peki dünyayın en büyük yalanı ne?””Ne mi? Hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. Dünyanın en büyük yalanı budur.” - Sayfa 35
“Biliyorum: Her şey boş, bomboş, bomboş! (Eski Ahit “Vaiz” 1:2) Senin de söylediğin gibi, Tanrım. Ama bazen bir ihtiyar kral da kendisiyle gururlanmak gereksinimi duyabilir.” - Sayfa 50
“Peki Mekke’ye şimdi neden gitmiyorsunuz?””Beni hayatta tutan Mekke’dir. Hepsi birbirine benzeyen günlere, raflara dizilmiş şu vazolara, iğrenç bir aşevinde öğle-akşam yemek yemeye katlanacak gücü veriyor bana. Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak… Sen benim gibi değilsin, çünkü sen düşlerini gerçekleştirmek istiyorsun. Oysa benim istediğim, Mekke’yi düşlemek sadece. “ - Sayfa 72
“Değişmek istemiyorum, çünkü nasıl değişeceğimi bilmiyorum. Artık tam anlamıyla kendime alışmış durumdayım.” - Sayfa 75
“Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir. İster hayatımız, ister ekin tarlalarımız olsun, sahip olduğumuz şeyleri yitirmekten korkarız. Ama hayat hikayemiz ile dünya tarihinin aynı El tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman, bunu anlar anlamaz, korku uçup gider.” - Sayfa 97
“Belki de Tanrı çölü, insanlar hurma ağaçlarını görünce sevinsinler diye yarattı” - Sayfa 109
“Aşkın, bir erkeğin kendi Kişisel Menkıbesinin peşinden gitmesine engel olmadığını anlaman gerekiyor. Böyle bir şey söz konusu olduğu zaman bil ki Evren’in Dili’ni konuşan Aşk değildir bu, yani gerçek Aşk değildir.” - Sayfa 142
“Yüreğim bir hain, devam etmek istemiyor.”
“Ne ala, bu da yüreğinin diri olduğunu gösteriyor. Şimdiye kadar elde etmeyi başardığın şeyleri bir düşle değiştokuş etmekten korkması kadar doğal ne var.”
“Öyleyse neden yüreğimi dinlemek zorundayım?
“Çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın. Hatta onu dinlemiyormuş gibi yapsan da o gene oradadır, göğsündedir; hayat ve dünya hakkında ne düşündüğünü sana tekrarlamayı sürdürecektir.”
“Bir hain olsa da mı?
“İhanet, senin beklemediğin bir darbedir. Ama sen yüreğini iyi tanıayacak olursan, sana baskın yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktır. Çünkü onun düşlerini ve arzularını tanıyacaksın ve onları hesaba katacaksın. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz.” - Sayfa 152
“Yüreğim acı çekmekten korkuyor”
“Yüreğine, acı korkusunuun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez. Çünkü araştırmanın her anı, Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıdır.” - Sayfa 153
“Peki yürekler, insanlara düşlerinin peşinden gitmek zorunda olduklarını neden söylemiyorlar?”
“Çünkü bu durumda en çok, yürek acı çeker. Ve yürekler acı çekmekten hoşlanmazlar.” - Sayfa 154
“Evren’in Ruhu, bir düşü gerçekleştirmeden önce yol boyunca öğrenilen her şeye değer biçer. Bize karşı kötü duygular beslediği için böyle davranmaz. Düşümüzü gerçekleştirmemizin yanı sıra, ona doğru ilerlerken aldığımız dersleri de iyice öğrenmemizi ister. Ama insanların çoğunluğu, işte bu anda vazgeçerler. Çölün dilinde biz bu durumu şöyle tanımlarız: vahanın palmiyeleri ufukta görünmüşken susuzluktan ölmek.” - Sayfa 155