//
📕
Tanrı’yı Beklerken - Simone Weil
Search
Duplicate
Try Notion
📕📕
Tanrı’yı Beklerken - Simone Weil
Created
April 7, 2023 4:02 PM
Tags
Kitap
Yazar
Simone Weil
Kişisel Not
Simone Weil benim için başta anlaşılması güç bir insandı. Bambaşka dünyalardanız ve bambaşka Tanrı’dan bahsediyoruzdur diye düşündüm. Ne de olsa o İncillerden, Teslisten, Çarmıhtan ve bilmediğim anlamadığım birçok şeyden bahsediyordu. Ama sanırım öyle ya da böyle, az ya da çok bir bağ kurdum kendisiyle. Hatta kurduğum düşünsel ve hissel bağın, mektuplarını ilettiği papazdan daha çok olduğuna bahse girebilirim. Simone’nin papaza sitem ettiği yerlerden yaptığım çıkarımlar, papazın Simone’nin derdini tam kavrayamayan bir kurumsal din üyesi olduğu yönünde. Simone ise her ne kadar sosyal grupların inançlarına kapılma korkusu olan biri olsa da tüm öğrendiği gelenekse öğretilere rağmen kurumsal dine giriş yapamayan, bireysel düşüncelerini zihnin dürüstlüğü düsturundan ötürü merkeze almış biri. Burada kendisine çok empati kurduğumu söylemeliyim. Simone’nin kısa hayatında neler yaşadığını bilmiyorum ve tahmin edemiyorum ama sanırım hislerini ve düşüncelerini biraz anlıyorum. Topluluklara mal olup samimiyetini yitiren tüm dinlerden uzak ama tüm samimiyetiyle Tanrı’nın huzurunda. O dine asla pragmatik yaklaşmıyor, yapıp kurtulayım demiyor, anlamaya çalışıyor, samimiyetle kavramaya çalışıyor. Ama şunu görüyor, din bir topluluk diline hapsolduğunda dogmalaşıyor, iyi niyetle başlayıp kötülük ortaya çıkarabiliyor. İki veya üç kişi dini samimiyetle konuşabilir, ama sayı çoğaldığında ortak dil ağır basar ve artık vaazlar verilmeye başlanır.
Simone’a bu lezzetli sohbeti için teşekkür ederim.
Göze Çarpan Bölümler
“Birilerinin hiçbir inancı yoktur, öbürlerininse sadece bir dine inançları vardır ve başka dinlere tuhaf biçimli kabulu kayvanlara gösterdikleri ilgiyi gösterirler ancak. Başkaları da ilgisizce herhangi bir yere yönelttikleri muğlak bir dindarlığa sahip oldukları için yansız olabildiklerini sanırlar. Bunun tersine, her başka dini kapsadığı en yüksek ilgi, inanç ve sevgi derecesiyle düşünebilmek için, insanın bütün dikkatini, bütün inancını, dine vermesi gerekir.”
“Dinsel sorunlar, bu dünyada var olan ama tamamen saf olan, özel hassas sorunlardır. Özel varlık tarzlarından dolayı değil; Kilise çirkin, şarkılar uydurma, papaz yoldan çıkmış, müminler üstünkörü olabilir. Bir bakıma bunun hiç bir önemi yoktur. Bir geometri bilgininin, iyi bir uygulamalı ders anlatmak için doğru çizgileri eğri, çemberleri sarkmış çizmesinin hiçbir önemi olmaması gibi. Dinsel konular, aslinda varsayımdan, tanımdan ve uzlaşımdan dolayı kuramsal olarak saf konulardır. Bundan ötürü bu konuların saflığı hiçbir koşula bağlı değildir.”
“Zorunluluğun (ihtiyaç) olduğu yerde zorlama ve baskı vardır. İhtiyacımız olan şeyin sahibi olmadıkça, o şeye tabi oluruz. Insan için asıl iyilik, kendi özgür tasarrufudur.”
“Bir insanın bir başkasına bağlılığı sadece ihtiyaçtan oluştuğunda, bu dayanılmaz bir şeydir. Dünyada pek az şey bu derece çirkinlik ve iğrençliğe ulaşabilir. Bir insanın iyilik arayıp sadece zorunlulukla karşılaştığı bütün durumlarda her zaman iğrenç bir şey vardır. Sevilen bir insanın bir ölü kafasıyla apansız ortaya çıktığı masallar bunun en iyi tasviridir. Doğrudur, insan ruhu bu çirkinliğe karşı kendini koruması için, sadece zorunluluğun olduğu yerde hayalî birtakım iyilikler uydurması için tam bir yalan fabrikasına sahiptir. Çirkinlik bundan dolayı bir kötülüktür, çünkü yalana zorlar insanı.”
“Eşitsizlikte dostluk yoktur. Belli bir karşılıklılık dostlukta esastır. Eğer iki taraftan birinde iyi yüreklilik yoksa öbürü, zarar vermek istememesi gereken özgür rızaya saygıdan dolayı içindeki duyguyu ortadan kaldırmalıdır. Iki taraftan birinin, öbürünün özerkliğine saygısı yoksa, öbürü de kendisine saygıdan ötürü bağı koparmalıdır. Aynı şekilde köleliği kabul eden kişi de dostluk elde edemez.”
“Zorunluluk, tarafların her birinin kişiliğinde özgür rıza yeteneğini koruma arzusunu, bir an için bile olsa, bastırdığı andan itibaren, bir dostluk kirlenmiş demektir. Bütün insani konularda, zorunluluk kirliliğin ana kaynağıdır. Her dostluk, beğenilme ya da beğenme arzusunu bir nebze bile barındırıyorsa, bulaşık demektir. Kusursuz bir dostlukta bu iki arzu da yoktur. İki dost bütünüyle iki olmayı benimserler, bir olmayı değil, iki farklı insan olma gerçeğinin aralarına koyduğu mesafeye saygı duyarlar. İnsanın sadece Tanrı'yla doğrudan bir olmayı istemeye hakkı vardır.”
“Birbirini seven iki kişi, töre dışı bir duygu alışkanlığıyla tek bir varlık olduklarını sanırlarsa, dostlukla bir ilişkisi yoktur bunun. O zaman sözcüğün gerçek anlamında dostluk da yoktur. Eşler arasında bile olsa, bir zina birliğidir bu âdeta... Ancak mesafenin korunup buna saygı gösterildiği yerde dostluk vardır. Herhangi bir konuda sevilen kişiyle aynı şekilde düşünme zevkine sahip olmak ya da her durumda böyle bir kanaat uygunluğunu arzu etmek, dostluğun saflığına da entelektüel dürüstlüğe de zararlıdır. Bu çok sık görülüyor. Bundan dolayı da bir dostluk pek ender oluyor”
“Insani varlıklar arasında sevgi ve zorunluluk ilişkileri, mucizevi olarak dostluğa dönüşmediği zaman, bu sevgi kirli ve bayağı olmakla kalmaz, nefret ve tiksinti de karışır ona... Mekanizma tensel sevgiden başka duygularda aynısıdır. Anlaşılması kolaydır. Bağımlı olduğumuz şeyden nefret ederiz. Bize bağımlı olan şeyden de tiksiniriz. Bazen sevgi karışmaz sadece, tamamen nefrete ve tiksintiye dönüşür.”
“Ekmek yerken, hatta yemiş olduğumuz zaman ekmeğin gerçek olduğunu biliriz. Yine de ekmeğin gerçekliğinden kuşku duyabiliriz. Filozoflar duyulur [sensible] dünyanın gerçekliğinden kuşku duymuşlardır. Ama tamamen sözsel bir kuşkudur bu, doğruluğa zarar vermeyen, dahası onu bir zihin için daha da belirgin kılan, iyi yönlendirilmiş bir kuşkudur. Aynı şekilde Tanrı'nın gerçekliğini gösterdiği kişi de sakıncası olmadan bu gerçeklikten kuşku duyabilir. Bu tam bir sözsel kuşkudur, zihin sağlığına yararlı olan bir alıştırmadır. Böyle bir Tanrı esininden [révélation] önce bile, daha sonra da bir ihanet suçu olan şey, Tanrı’nın sevilmiş olmaya yaraşan tek şey olduğundan kuşku duymaktır. Bakışı başka yöne çevirmektir. Sevgi ruhun bakışıdır. Bir an durup beklemek ve dinlemektir.”
“Nihayet, Tanrı'yla temas gerçek bir dinsel eylemdir. Ama Tanrı sevgisinin, bu dünyanın saf sevgilerini ortadan kaldırdığını düşünen kişilerin sahte Tanrı dostları olduklarından neredeyse emin olabiliriz.”
“Mutsuzluğun bir başka etkisi de duygusuzluk zehrini yavaş yavaş ruha zerk ederek onu suç ortağı kılmaktır. Çok uzun süre mutsuz olan insanda, kendi mutsuzluğuna karşı bir suç ortaklığı vardır. Bu suç ortaklığı, kaderini iyileştirebilecek bütün çabaları köstekler; bu durum kurtuluş yollarını aramaya engel olacak kadar, bazen kurtuluşu istemeyi bile engelleyecek kadar uç bir noktaya varır. O zaman mutsuzluğa yerleşir insan, görenler de onun rahatladığını sanabilirler.”
“Sanıyorum, müminlerin çoğu, dinsel eylemlerle sadece simgeler ve törenler olarak temas kuruyorlar, bunun zıddına inananlar da dahil. Dinsel olan ile toplumsal [social] olanı birbirine karıştıran Durkheim’in kuramı, ne kadar saçma olsa da bir hakikat içerir yine de; bilmek gerekir ki toplumsal duygu ile dinsel duygu, insanı yanıltacak ölçüde birbirine benzer. Sahte bir elmasın gerçek bir elmasa benzediği gibi, toplumsal duygu da, doğaüstü bir ayırt etme yetisine sahip olmayanları gerçekten de yanıltacak şekilde, dinsel duyguya benzer. “
“Ben hissetmiyorum bu Kilise sevgisini. Azizlerde bu sevginin var olduğunu iyi biliyorumç Ama onların hemen hemen hepsi Kilisede doğmuşlar, burada yetişmişlerdi. Ne olursa olsun, onun kendi iradesiyle bir sevgi verilmiyor”
“Benim işim kendimi düşünmek değil, benim işim Tanrı’yı düşünmek ve beni düşünmek de Tanrı’nın işi…”
“Beni korkutan şey sosyal niteliğiyle Kilisedir. Sadece kirlerinden dolayı değil, başka nitelikleriyle de sosyal bir şeydir Kilise. Çok bireyci bir mizacım yoktur benim. Korkumun nedeni, tam tersine, sürüye uyan biriyim. Özellikle de kolektif olaylar söz konusu olduğunu, aşırı ölçüde etkilenebilir çok doğal bir ruhsal yapım var. Şu an karşımda koro halinde Nazi şarkıları okuyan yirmi kadar genç Alman olsaydı, biliyorum ki ruhumun bir parçası o anda Nazi olurdu. Bu çok büyük bir zayıflık. Ama böyleyim ben. Sanıyorum, doğal zayıflıklarla doğrudan savaşmak hiçbir işe yaramıyor.”
“Azizler, Haçlıları, Engizisyonu onayladılar. Haksız olduklarını düşünmeden edemiyorum. Vicdanın ışığını reddedemiyorum. Onlardan o kadar aşağıda olan ben, bir konuda onlardan daha açık seçik gördüğümü düşünüyorsam, onların bu konuda çok etkili bir şeyden dolayı kör olduklarını kabul etmem gerekir. İşte bu ‘bir şey’, sosyal niteliğiyle Kilisedir. Eğer bu sosyal şey onlara kötülük yaptıysa, hele de sosyal etkilere karşı çok duyarlı ve o azizlerden son derece daha zayıf olan bana hangi kötülüğü yapmazdı ki?”
“Oysa ben, bir çevrede ‘evlatlık’ olmak, ‘biz’ denilen bir ortamda yaşamak ve bu ‘biz’in bir parçası olmak, herhangi bir insani ortamda kendi evimdeymiş gibi bulunmak istemem. İstemem derken, iyi ifade etmemiş olabilirim, çünkü çok isterdim bunu; bütün bunlar öyle hoş ki… Ama bunun için bana izin verilmediğini hissediyorum. Buna mecbur olduğumu, bana tek başıma kalmam, istisnasız hangi insani ortam olursa olsun, bu ortama yabancı ve sürgünde olmam buyrulduğunu hissediyorum”
“İsa Mesih’in çilesinden pay almaya layık olamazsam, hiç değilse o iyi hırsızın çilesinden pay alabilmek isterdim. İsa Mesih’ten başka, İncil’de söz konusu olan bütün kişiler arasında, iyi hırsız, benim daha çok gıpta ettiğim kişidir. Çarmıha gerilme sırasında Mesih’in yanında ve onunla aynı durumda olmak, onun mutlu günlerinde sağında olmaktan daha çok imrenilecek bir ayrıcalık gibi geliyor bana.”
“Tanrı’nın iradesi karşısında, bu irade nasıl olursa olsun, boyun eğme görevinin Marcus Aurelius’ta Stoacı amor fati biçimi altında açıklandığını gördüğüm andan itibaren, tüm görevlerin ilk ve en zorunlusu olarak kendini ruhuma kabul ettirdi. Öyle ki, ben bunu insanın onursuzluğa düşmeden kaçınamayacağı bir görev olarak gördüm.”
“Bütün bu manevi gelişme sırasında hiç dua etmedim. Pascal’ın salık verdiği güçten, doğanın telkin gücünden çekiniyordum. Pascal’ın yöntemi imana ulaşmak için olabilecek en kötü yöntemlerden biri gibi geliyordu bana.”
“Benim gözümde Hristiyanlık hukukta [en drort] Katoliktir, gerçekte [en fait] değil.”
“Hristiyanlıkta Tanrı’nın insan şeklinde ortaya çıkışı (enkarnasyon) konusunda aşılmaz bir engel var. İki küçük sözcüğün ‘anathema sit’ (Lanet olsun - Kilisenin laneti ve aforoz) cümlesinin kullanılmasıdır. Kilisenin eşiğini geçmekten beni alıkoyan da budur. Bu sözcüklerin varoluşuna değil, bugüne kadar böyle kullanılmasınadır itirazım. Kiliseye, bu evrensel toplanma yerine, bu iki sözcükten dolayı giremeyen her şeyin, herkesin yanında duruyorum. Anlayışım yettiğince onların yanında kalıyorum.”
“Zihnin asıl işleri tam bir özgürlük ister, her şeyi yadsıma hakkını kapsar ve hiçbir zorlamayı da kabul etmez. Onun bir buyruğu ele geçirdiği her yerde aşırı bir bireycilik vardır. Onun rahatsız olduğu her yerde baskıcı bir topluluk ya da birçok kimse vardır.”
“Bir topluluk [collectivite] dogmanın muhafızıdır; dogma da tamamen bireysel olan üç yeti için, sevgi, inanç ve entelijans için bir derin düşünce konusudur.”
“Ancak iki, bilemedin üç kişi arasında gerçek bir özel görüşme olabilir. Beş ya da altı kişilik ortamda ortak dil ağır basar.”
“Siz Kilise değilsiniz. Kilisenin gücünü en acımasız biçimde kullandığı dönemlerde de sizin gibi papazlardan çok sayıda vardı sanırım. Sizin iyi niyetiniz, sınıfınızla tam ortak olsanız bile, bir güvence değildir. Olayların nasıl cereyan edeceğini öngöremezsiniz.”
“Benim için kaçınılmaz olan zihinsel dürüstlük derecesi, kendi yeteneğim nedeniyle düşüncemin istisnasız bütün fikirlere karşı, örneğin materyalzm ve ateizm de dahil, ilgisiz olmasını gerektirir; hepsine karşı hem güler yüzlü hem ihtiyatlı. Suya düşen nesnelere karşı suyun ilgisiz olması gibi. Su onları dikkate almaz; belli bir salınım zamanından sonra onlar sudan etkilenirler.”
“Tanrı’nın merhameti mutsuzlukta ışıldar.; onun avunmaz acılığının ta dibinde, merkezinde… Ruhun “Tanrım! Niçin terk ettin beni!” çığlığını artık susturamadığı noktaya kadar tahammül eden bir sevgiye tutulursak, sevmekten vazgeçmeksizin o noktada kalabilirsek sonunda artık mutsuzluk olmayan, sevinç de olmayan bir şeye, esas olan, asıl olan, saf olan, duyulur olmayan, sevince de acıya da ortak olan, Tanrı sevgisi denen o sevgiye ulaşırız.”
“Hakikate karşı hatayı savunmuş olsak bile, düşündüğümüz şeyi yine de savunmamız gerekir sanıyorum, ama aynı zamanda hakikati istemekten hiç vazgeçmemeli ve zihnimizde bir ışık çakacağı andan itibaren, hangisi olursa olsun, fikirlerimizden vazgeçmeye de hazır olmamız gerekir. Ama zihnimizde parlayacak o ışıktan önce değil.”